Makaleler< Geri dönün

Tarihi Yarımadada Restorasyon Adı Altında Yapılan Tahribat

TMMOB Mimarlar Odası İst. Büyükkent Şubesi Tarihi Yarımada Sempozyumu Kasım 2007,s.299-314

Değerli Konuklar ve Değerli Meslektaşlarım,

Ülkemizde son birkaç yıldır (özellikle Tarihi Yarımada da 2004’ten bu yana) İstanbul’un 2010 Avrupa kültür Başkenti ilan edilmesi ve buna bağlı UNESCO’nun baskıları sonucu, Yerel Yönetimler ve ilgili Kamu Kuruluşları yaygın bir RESTORASYON KAMPANYASI başlatmışlardır. Gerek yapılan bu son restorasyon uygulamalarında ve gerekse 30 yıllık meslek yaşamımda gözlemlediğim “restorasyon adı altında yapılan tahribatı” size anlatmaya ve örneklerle sunmaya çalışacağım…

RESTORASYONDA TAHRİBAT:

Genel olarak “Restorasyonla Tahribatı” kavramsal olarak başlıca iki ana grupta değerlendirebiliriz.

Bunlardan birincisi; (Ve bence hem Tarihi Yarımada da hem de diğer tüm bölgelerde en geniş anlamda bu uygulanıyor..!) Ağırlıklı olarak ranta dönük, dünyada bir başka eşi ve benzeri olmayan, bilimdışı, form dışı, estetiksiz uygulamalar… Bu tür uygulamaların zaten çıkış noktasının da kurallara uygun özenli bir restorasyon olmadığı, yapılanma sonuçlarından da rahatlıkla gözlenebilmektedir.

İkinci grup restorasyonla tahribat ise, yola çıkışı iyi niyetli olan, ancak yetersiz bilgi, yetersiz deneyim ve özensizlik sonucu yapılan hatalı restorasyonlar…

I. GRUP RESTORASYONLAR (İyi Niyetli Olmayan):

Bu bölümdeki örneklerde kendi içinde kısmen farklılıklar gösterse de günümüzün moda deyimi ile yapılan restorasyonlar özde değil, sözde kalmakta ve karşımıza garip uygulamalar çıkmaktadır. Yine bu bölümdeki çalışmaları da kendi içinde birkaç alt başlığa ayırabiliriz…

a) Eski, özgün yapı ile hiçbir biçimde benzeşmeyen ne olduğu belirsiz form arayışları ile ilave katlar ve enine boyuna büyümelerle yapılan restorasyon uygulamaları… (Form dışı, kavram dışı, estetik dışı)

b) Eski yapıdan, özgünden hiçbir şey korumadan (malzeme ve strüktür olarak) tümden yenilenen yapılar… Strüktür ve malzemenin tümüyle bozulup görevini yapamaması durumunda bu tür uygulamalar bir dereceye kadar hoş görülebilir… Ancak bu konuda da genel yaklaşım ahşap veya yığma strüktürlü bir yapıyı mutlaka ama mutlaka betonarme olarak yeniden yapmak oluyor… Ülkemizin insanı son 50 / 60 yıldır betonarmeye büyük bir aşk ve sevgi ile bağlandı, ne yapalım..!

Bu iki grup çoğu kez birlikte ve iç içe geçmiş olarak uygulanıyor…

c) Geçmişte hiç mevcut olmayan yapının (veya olsa bile çok değişik bir biçimde var olan) yanıltıcı bilgi ve belgelerle restorasyon / “rekonstrüksiyon” adı ile yeniden inşa edilmesi… (Ki ben buna sanal rekonstrüksiyon diyorum…) Özellikle bu grubun birçok örneğini Tarihi Yarımada’nın da dışında da özellikle rantın çok yüksek olduğu Boğaziçi’nde çok sık görebilirsiniz. DİALAR:………..(I. Gruba Ait)

II. GRUP RESTORASYONLAR (Yola Çıkışı İyi Niyetli):

Yola çıkışı iyi niyetli ancak yetersiz bilgi, yetersiz deneyim ve özensizlik sonucu yapılan hatalı restorasyonlar…

Bu yetersizlik hem deneyimde hem malzemede hem de uzmanlıkta…! Ayrıca Mimarlık Tarihi ve estetik bilgi yetersizlikleri de var… Buna örnekleri ise şöylece sıralayabiliriz… DİALAR:…. (II. Gruba ait)

RESTORASYONLA TAHRİBATIN “BANA GÖRE” NEDENLERİ, NİÇİNLERİ:

1) Bu çok özel uzmanlık ve deneyim gerektiren konuda, yurdum insanının “para ve kazanç nerede ise biz oradayız” yaklaşımı kısa zamanda egemen olmuş, hayatında hiçbir tarihi eser restorasyonu yapmamış, mali müşavir, tıp doktoru, inşaat malzemecisi, kasap, manav bile bu işe soyunur olmuştur. Konuya ilişkin uzmanlık ve deneyim lafta kalmış, yönetime yakınlık iş almada yeterli ve gerekli ön koşul sayılmıştır.

2) Yine tüm bu restorasyon uygulamalarında ve yıllardır dile getirdiğimiz ve Mimarlar Odasının uzun uğraşılar sonucu güçlükle elde ettiği “uygulamanın proje müelliflerince denetlenmesi koşulu” bütün Kamu ve Yerel Yönetim restorasyon proje ihalelerinde daha işin başında (ihale aşamasında) proje müellifinin elinden noter taahhüdü ile alınmaktadır. Bir başka deyişle restorasyon projesini hazırlayan konunun içine aylarca en ufak ayrıntısına dek girmiş proje müellifinin uygulama aşamasında çalışmaları filen denetlenmesi önlenmekte, kısacası istenmemektedir.

Yeni inşaatlarda 1999 depremi sonrası uygulanan Yapı Denetim Sistemi (uygulamadaki aksaklıklara rağmen) eski eser restorasyonu gibi çok önemli bir konuda neredeyse hiç yapılamaz duruma gelmiştir. Bu yoğunluktaki restorasyon uygulama çalışmalarını Kamu Kurum ve Kuruluşlarının denetleyebilmesi ise olanak dışıdır.

3) Önemli diğer konu ise Restorasyon Uygulama İhaleleri, yeni ihale mevzuatı kapsamında yine en düşük fiyatı verenyani en çok kıranyapım şirketine verilmektedir. İhalelerde en düşük fiyat teklifi vermenin yapım aşamasında ne tür sorunlar çıkardığını deneyimli meslektaşlarım çok iyi tahmin edeceklerdir.

ÖNERİLER / NELER YAPILABİLİR:

1) I. Grup, iyi niyetli olmayan, sadece rant amaçlı, sözüm ona adı restorasyon olan uygulamalar için fazlaca bir öneride bulunamıyorum. Umutsuz vaka… Kısa vade de fazlaca bir şey yapılabileceğini de sanmıyorum… Bu bir planlama sorunuBu bir kültür sorunuBu bir az gelişmişlik sorunu

2) Gelelim II. Grup yola çıkışı iyi niyetli olan restorasyonlara gelince,

a) Bence bu kadar aceleye ve kargaşaya gerek yok… Yıllardır yapmadığımız veya yapamadığımız restorasyonları birkaç yıla sığdırmak yanlıştır. Yoksa bu dönem yanlış ya da özensiz restorasyonla tahribattan öte, Uygarlık Tarihimize çok büyük bir restorasyon kıyımı olarak geçecektir.

b) Hep yineler dururum, düzeyli proje üretmek bu işin birinci adımı, ister yeni yapı olsun, ister eski yapı olsun… Ancak ikinci ve en önemli adım ise uygulamadır. Restorasyon uygulamalarının, müellif mimarlarca mutlaka denetlenmesi zorunludur. Eğer bu ikinci adım yapılmıyor veya yaptırılmak istenmiyorsa uygulamanın nitelikli olacağından kuşku duyarım… Üstelik ekonomik anlamda restorasyon uygulamalarında harcanacak tutarın çok düşük bir yüzdesi ile (sanırım yüzde 3,8 / 4 gibi bir oran) sağlanacak denetim, harcanacak trilyonların boşa gitmesini önleyecek ve büyük ölçüde maximum kar amacı güden üstlenici anlayışının frenlenmesini sağlayacaktır.

3) Yürürlükteki “Kamu İhale Mevzuatındaki” yaklaşık maliyet ve anahtar teslimi restorasyon anlayışı yanlıştır. Bu tür ihalelerde mutlaka birim fiyat usulü uygulanmalıdır. Yıllardır karşılaştığımız en önemli sorun, restorasyonda proje ne kadar eksiksiz hazırlanırsa hazırlasın, uygulamada çok farklı sonuçların / gelişmelerin karşımıza çıkmasıdır. Bu da onarım maliyetlerinin ve imalat biçimlerinin büyük ölçüde değişimi demektir.

Bu bağlamda Restorasyon İhale Mevzuatı acilen gözden geçirilmeli ve revize edilmelidir. (4734 sayılı Kamu İhale Kanunu)

SON SÖZ YERİNE:

Kuşkusuz, üç imparatorluğa başkentlik yapmış, geçmişi 3 – 4 bin yıla dayanan İstanbul kentinde yer alan kültürel mirasımıza son dönemlerde görülmemiş bir ilgi ile sahip çıkılması ve bunları restore etmek üzere ciddi oranlarda kaynak aktarılması bizleri ve konuya duyarlı tüm yurttaşlarımızı fazlası ile mutlu etmektedir. Ancak sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi yeterli deneyim ve uzmanlık aranmadan, uygulamada mesleki denetim yapılmadan ve hele de anahtar teslimi mantığı ile yapılacak restorasyonların yarardan çok zarar getirmesinden korkarım. Tek cümle ile ifade edecek olursak;

“HATALI YAPILAN RESTORASYON HİÇ YAPILMAMIŞ RESTORASYONDAN HER ZAMAN DAHA DA KÖTÜDÜR..!”

16 Kasım 2007, İTÜ
Acar Avunduk